Atlas Arslan

Anne olmak istiyor muyum?

Anne olmak istiyor muyum?
Kız çocukları, annelerini rol model alarak evcilik oyunlarında pekiştirdi annelik rollerini. Daha çocuk yaşlarda oyuncak bebeklerimizin altını bezleyip onları beslerken öğrendik anne olmayı.
 
Çoğumuzda bu hayal çok merkezde yer alsa da annelik hayalini unutan hatta gençlik dönemlerinde reddeden kadınların sesi de ara ara çalındı kulağımıza. Bu ses toplumsal normlar ve dayatımlarla çok duyulmasa da kadınların kulaktan kulağa fısıltıları giderek yükseldi. Bu seslerin asıl yükselişi “Anne olmak istiyor muyum?” başlığıyla paylaşılan video röportajda Yazar Mine Söğüt’ün dile getirdikleriyle oldu.
Birkaç yıl önce nefesimi tutarak izlediğim bu röportajda Söğüt, içimdeki ses olmuştu neredeyse. Annelik rolünü ve bir çocuğa ayrılacak zaman ve hevesi, çocuk büyütmenin gerekliliğini reddeden röportajında Söğüt;
 
“Çocuk sahibi olmak, kadının tüm hayatını yeniden kurması ve kadının kimlik değiştirmesi anlamına geliyor. Ben kimim sorusunu sormadan birden annelik sunuluyor kadına. Anneliğin, tanımı, görevi, getirileri belli ama götürüleri bir sır. Annelik kutsallığını zedeleyen tabular ve bu sırlar konuşulmuyor… Annelik paketi: kutsal iktidar, eşine ve herkese özellikle çocuğa karşı kullanmak. Birini doğurmuş olmanın açık çeki var ortada” diyor.
 
Yazar, annelik rolü ve bir çocuğa ayrılacak zaman ve hevesin içinde olmadığını söylerken, kendi neşesini ve oyunlarını bırakamayacağını anlatıyor. “Benim oyunu yarıda kesip eve gidesim yok” diyor.
Sanırım çocukluğumda, gençliğimde ve sonrasında dile getiremediğim sancı bu sözde saklıydı; “oyunu yarıda kesip eve gitmek…”
 
Anneliğin fedakârlığı, fedakârlığın sorumluluğu ve sorumluluğun yolun sonundaki kendi benliğinin yok oluşunun zincirleme kazasını 16 yaşında beni doğuran annemde gördüğümden olsa gerek anne olmak aslında hayalim değil korkum olmuştu. Bunu dile getirmekse “korkunç kadın” algısıydı elbet.
 
Bu arada kalan sıkışmış duyguları çoktandır bir kenara bıraktığım bir dönemde teyze oldum. Ada’nın dünyaya gelişiyle ilk kez bu kadar yakınımda olan bir bebeği ve dolaylı da olsa onun sorumluluğunu hissettim. Teyze olmak, annelik üzerine kenarda bıraktığım, ertelediğim duyguları bir bir çıkarıp sorgulamama ve hatta çözümlememe yol açtı. Üstelik bunu öyle çok sistemli ve bilinçli de yapmadım. Ada’nın gözlerinde ne bir kadına yüklenen sorumluluğu ne de yükü gördüm. Aksine bizim çoktan unuttuğumuz nefes alışındaki gerçeklikte kendi yolunu kendinin bulabileceği bir saflık var. Ve biz yetişkinlerin ondan öğrenecek birçok deneyimi...
 
Ne anne olmak istemeyen kadınların haklı çığlığı ne de Yazar Mine Söğüt’ün gerçekliğiydi bu sorgulayış. Her ruh gibi kendi hikayesinin deneyimiyse eğer, benim deneyimim annemin “anne”lik sorumluluğundaki aşırı fedakarlığı ve kimliğini yok edişiyle, Ada’nın gözlerindeki özgürlük hevesinin arasındaki bir geçişti yalnızca.
 
Fedakarlık, suçlama eylemini getiriyor. Annelerimizin bizi suçladığı bir eylem karşısında korkun anne olmak olarak hortladığında, bir çocuğun gözlerini açışıyla anlıyorsun sorunun annelikte değil annelik sorumluluğunun baskısında olduğunu. Ve bu kendi çocukluluğunun sorgusunu da beraberinde getiriyor.

Yaşamda karşımıza çıkanları, seçimlerimizi, arzularımızı akışa bırakmayı ve kaygı duymadan, sorumluluk ve sorun yüklemeden yaşamayı öğrendiğimizde belki de özgürleşebileceğiz. Bu kolektif bir bilinçle olmasa da kişisel deneyimlerle mümkün olabilir.
Ve artık biliyorum ki; evlilik, bir sorumluk değil, birbirini seven iki insanın birlikte bir yaşam kurmasının getirdiği muhteşem bir deneyim. Bir çocuğu dünyaya getirmek “çocuk sahibi” olmak değil, dünyaya yeni gözlerini açan yepyeni bir yaşama eşlik etmek. Onun yaşamdaki adımlarına tanıklık etmektir.

Ve çocuğum olduğunda bir gün, oyunu yarıda kesip eve girmek değil o minik ellerle birlikte oyunumu daha da büyütmek olacak benim annelik hallerim.
Tüm Hakları Saklıdır: 2018
Web Tasarım